SİYASET
FAZİLETTİR
DEVLET
YALAN’LA-TALANLA YÜRÜMEZ
Enver
TURGUT
13.
Dönem İzmir ve 14. Dönem Kayseri Milletvekili
13 ve 14. Dönem Kayseri ve İzmir Milletvekili ENVER TURGUT |
Öteden
beri halkımızın “Halka hizmet, Hak’a hizmettir” deyimiyle anladığı, açıkladığı
ve algıladığı siyaset, diğer anlamda ‘insanlara hizmet’ sanatı, her halükârda kamu
yararına çalışma bağlamında bir dürüstlük, adalet ve fazilet faaliyetidir. Siyaset,
kesinlikle bir meslek, meşrep, esnaflık, çıkar veya menfaat sağlama aracı değil,
sadece, ülke vatandaşları tarafından; Demokrasinin gereği olarak: “Şerefli-saygın,
onurlu-soylu, dürüst ve bilge insanlara verilen, belirli süreli, kamu yararına
halkı idare ve idame etme” görevinden ibarettir.
İşte
bu ilkelere sadakat ve samimiyetle bağlılık; İşçi sendikaları işyeri temsilciliğinden
başlayıp, parlamentoya kadar uzanan; ‘Millete adanmış hayat çizgimde’ en vazgeçilmez
ilkem olmuştur. Öncelikle, bu süreçte temsil ettiğim, işçi - köylü, esnaf, memur-emekli,
dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız başta olmak üzere; Halkımıza adaletle,
faziletle, eşitlik ve hakkaniyet çerçevesinde hizmet etmek, vazgeçilmez ilkem, sarsılmaz
inancım ve amacımdır.
TBMM’de
milleti temsil görevi yaptığım dönem içinde, örneğin Çalışma Komisyonu Başkanlığı görevim sırasında, diğer birçok ‘daimi’
ve icabında geçici komisyonlarda çalışarak, sosyal içerikli birtakım kanunların
çıkarılmasında öncülük ettim. Benimle beraber bahse konu komisyonlarda müşterek
çalıştığım, iktidar üyesi veya muhalefete mensup (eski) parlâmenter
arkadaşlarım bunu çok iyi bilirler.
Yine
herkes bilir ki: Başta siyaset sahası olmak üzere, özel hayatımda bile şahsiyetli,
haysiyetli, ilkeli, onurlu ve sorumlu yaşama tarzından asla sapmadım. Bu
prensiplerimden bir zerre olsun şaşmadım, taviz vermedim. En önemlisi de: Asla
yalana tevessül ve tenezzül etmedim. Yalan söylemedim. Yalana, talana,
yolsuzluk ve suiistimale eğilim göstermedim. Ayrıca, siyasette yalan, hırs,
ihtiras ve tamahın hiç kimseye, hiç bir şey kazandırmadığını; Aksine bu
menfurluk yüzünden, başta devlet / hükümet ve aziz millet olmak üzere, çok
büyük değer, servet ve hayati kayıplarının yaşandığını gördüm.
Peki!..
Neden, durup dururken bu konuyu dile getirdim!
Cevap:
Bütün parlâmenterlerin yapması gerektiği gibi: “Durumdan vazife çıkardım.”
Çünkü
özellikle dönem itibarıyla bu ülkedeki seçkin cemiyette veya (sözde) milletin
oyu ile seçilen parlâmenterler, ya da bakan, yüksek bürokrat gibi yönetici
kesimler düzeyinde bu ilkelere itaat ve riayet edilmediği bilinmektedir. Oysa
bulundukları mevkie gelen her kim olursa olsun; Makamın hakkına, onur-erdem ve milletin
kutsal emanetine gölge düşürmemesi gerekir. Bakan olsun, başbakan olsun
kendilerine verilen oyla seçimi kazanmışsa kendilerine verilen rey ne olursa
olsun o makama gelenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdırlar. Vekiller ve
memurlar, makam ve mevkii sahipleri emanete hıyanet etmemeye; Herkese hak, adalet,
vukuf ve hukukla muamele etmeye, daima eşit mesafede kalmaya, inadına dürüst
olmaya ve dürüst kalmaya mecburdurlar.
Millet
memuru ve milletvekillerinin hükmü, nihayetinde bir “Vekil Avukat” kadardır.
Bu
durum ve konum: Vekil sıfatıyla Asil’in emir, istek, adalet ve hukuka itaati
zorunlu kılar. Vekillerin taraf veya bitaraf (tarafsız) gibi beyanlar kullanması
abestir, ülkeye ve millete zarar verir. Zira millet memuru ile vekillerinin,
istisnasız tamamının görevi: Milletin koyduğu kaidelere, Anayasa, kanun, kurum
ve nizamlara itaattir. Şu kadar ki: Sadece ve ancak milletin tamamına eşit-adil
hak getiren kanun ve kurallarda “yine milletin rızası/muvafakati dâhilinde”
düzenleme yapılabilir.
Fakat
ne yazık ki günümüzde bu esaslara aykırı icraat yapanları üzüntüyle izliyor, haksızlıklara
maruz kalan, mağdur-müşteki ve bazen perişan hale düşen halkımızın, devleti
yönetenlerden muzdarip oldukları konuları anlatacak muhatap bulamadıkları için,
sitem, istek ve şikâyetlerini biz eski parlamenterlere ilettiklerini görüyorum.
Esas itibarıyla bu müracaat, şikâyet ve maruzatlarını dile getirmek
istediklerinden, ben de şahsıma tevdi edilen vatandaş istekleri, emanet,
nasihat ve tavsiyelerini, hülâsa kamu vicdanına ait talepleri bu vesileyle
yerine getiriyorum. Daha doğrusu, bu müracaatları, şahsıma yüklenmiş vazife
telâkki ederek, çare ve çözüm üretmeye çabalıyorum.
Ben,
aslen güney bölgesi Diyarbakır doğumluyum. Kökenim itibarıyla ne ailem ve ne de
bu bölgede yaşayan akraba-i taallûkatım ile halkın yüzde doksanı bölücülüğü ve
bugünkü olayları asla onaylamıyor, kesinlikle tasdik ve tasvip etmiyoruz.
Şimdi,
güncel siyasetin gölgesinde bu bölgedeki manzaralara bakalım.
Temel
düşüncesi insan sevgisi olan vatandaşların refahı, huzur, esenlik ve mutluluğu
için uğraşan biri olarak görmekteyim ki: Halkımız uzun yıllardır silahlı olan
terörün baskısı altında ezilmektedir. Devletin görevlileri bu işe tedbir alma
yerine, yaşanan elim olaylara dair yalan, yanlış düzenlenen “düzmece-uydurmaca”
raporlara bakarak beyanat vermekte, gerçeği yansıtmayan raporlara göre verilen
beyanatlar ise gerçeği yansıtmamaktadır. Akıl ve mantıkla olaylara ve bölgede
olanlara baktığımızda; (Özellikle bu günlerde) Diyarbakır’ın merkezinde yer
alan Sur İlçesinde, dışarıdan getirilen tonlarca silah, patlayıcı ve bomba
şehrin merkezine depo ediliyor. İlgili, yetkili ve görevli valilik, emniyet ve
jandarma bunları, bu güne kadar hiç görmedi mi? Buradaki büyük ihmal, insanlık
düşmanlığı, ihanet ve hıyanetin sorumlusu kim? Devletin, daha doğrusu hükümetin
gözü önünde işgal edilen, el konulan, gasp edilen ikamet mahalline, evlere yerleştirilen
silahlarla karşılıklı vuruşuluyor. Anlaşılır gibi değil!..
Bu
ihmalin hesabını kim verecek?
Hükümet
olarak, vaktinde ve zamanında tedbir alınmadığı için bu kadar asker, polis ve güvenlik
mensubu şehit oluyor. Bir bu kadar da masum, müsemma sivil katlediliyor. Burada
ne kadar terörist var? Bunların ne kadarı etkisiz hale getirilmiştir? İlâve
olarak Şırnak, Silopi, Hakkâri ve diğer yerlerde bulunan teröristlerin sayısını
biliyor muyuz? Verilen rakam doğru ise o zaman kökü kazınmış olsa gerek!.. Ama
anarşi, terör ve tedhiş devam ediyor. İşte bunun için de inandırıcı olamıyorlar.
Karşılarındaki
vatandaş söylenenlere inanmıyor, yetkililer doğrusunu söylemiş olsalar o zaman
evini, malını, mülkünü terk edip batı illerimize göç etmezdi.
İşte
bütün bu ağır koşullar ve çekilen acılar bizim kaderimiz değildir.
Kaderimiz
olmamalıdır. Bütün bu acıları imkânlar nispetinde yok etmek için önümüzdeki
fırsatları iyi değerlendirerek sıkıntıdan kurtulma zamanı gelmiştir.
Bu
güzel ülkeyi hep beraber koruyalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder