8 Kasım 2016 Salı

Merhum Süleyman DEMİREL 92. doğum gününde mezarı başında anıldı. Düzenlenen anma törenine, 13. Dönem İzmir ve 14. Dönem Kayseri Milletvekili Enver TURGUT da katıldı ve merasimde hazır bulundu

DEMİREL'İN 92'NCİ DOĞUM GÜNÜNDE MEZARI BAŞINDA ANILDI
Mehmet ÇINAR- Mehmet ERÇAKIR- Ali ÇEVİKBAŞ/ ISPARTA, (DHA) 
DOKUZUNCU Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 92'nci doğum gününde, Isparta'ya bağlı İslamköy'deki Çalcatepe'de bulunan mezarı başında anıldı. Geçen yıl 17 Haziran'da 90 yaşında yaşamını yitiren Süleyman Demirel'in doğum günü için doğduğu İslamköy'ün girişinden itibaren köy içerisindeki birçok noktaya posterleri asıldı. Demirel'in doğum günü çelenkleri arasında Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev'in çelengi de dikkat çekti. Kırmızı karanfillerle süslenen Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel'in mezarına 'Cumhurbaşkanı' ve 'Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı' yazılı çelenkler bırakıldı.
Mezarı başındaki doğum günü ve anma törenine TBMM eski Başkanı İsmet Sezgin, eski bakanlar Yaşar Topçu, Esat Kıratlıoğlu, Hamdi Üçpınarlar, Kayseri ve İzmir Milletvekili Enver TURGUT, Vefa Tanır, Isparta Valisi Şehmuz Günaydın, Isparta Belediye Başkanı Yusuf Ziya Günaydın, Demirel'in doktoru Aylin Cesur ve çok sayıda seveni katıldı. Törende adını taşıyan Süleyman Demirel Üniversitesi'nden ve İslamköy İlkokulu'ndan öğrenciler de Demirel'i doğum gününde yalnız bırakmadı. 
DOĞUM GÜNÜ ARKADAŞLARI
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunduğu Demirel'i anma programında, onunla uzun yıllar birlikte siyaset yapan isimler İsmet Sezgin, Esat Kıratlıoğlu, Yaşar Topçu, Hamdi Üçpınarlar ve Vefa Tanır, üzerinde 'Doğum Günü Arkadaşları' yazılı kırmızı karanfillerle süslü bir çelengi Demirel'in mezarına bıraktı. Törende Kuran-ı Kerim okunarak, dua da edildi. Törende Demirel'in eski çalışma arkadaşları ve dostları olan eski bakanlar Demirel'i anlattı.
ESKİ DOSTLARI DEMİREL'İ ANLATTI
Türkiye'ye en az 60 yıl hizmet eden büyük bir adamın anısını ifade etmenin çok zor olacağını belirten İsmet Sezgin, "Ne mutlu Ispartalılara, bu daracık köyden iyi yetişmiş, dünyanın dört bir tarafını bilen ve dünyada sevilen, sayılan, inanılan bir lideri çıkarmış olması bu köy için fevkalade önemlidir. Ölüsünün gördüğü itibar en az dirisi kadar kıymetli olan, en az dirisine gösterilen itibar kadar değerli olan bir büyük insan için toplandık. Demirel deyince akla demokrasi, özgürlük, bağımsızlık, korkusuz yaşanan bir ülke, konuşan bir ülke geliyor. Akla her şeye rağmen karşı durmasını bilen, cesaretle, olayların üzerine giden yepyeni bir ruh, kafa ve iman geliyor. Sayın Demirel üç beş kısa cümleyle geçiştirilecek bir lider değildir. Demirel Türkiye'yi değiştiren, yön veren ve Türkiye'de demokrasiyi işleten, çalışan bir ülke yaratan, ülke ve ulusuyla bölünmez bir bütün şeklinde getirdiği devleti yücelten ve devletin içte ve dışta saygınlığını artıran, bu saygınlık içinde vatandaşımızın daha iyi yaşadığı, güvenli olduğu, yarına daha emniyetle baktığı bir ülke ve onun insanları olmuştur" dedi.
TÜRKİYE İÇİN ÇOK BÜYÜK KAYIP
Özellikle içinde bulunulan dönemde Demirel gibi büyük bir devlet adamının olmayışının Türkiye için büyük kayıp olduğunu kaydeden Sezgin, çok kısa bir zamanda onun anıt mezar inşaatının başlayacağını da açıkladı. İsmet Sezgin, "İslamköy'e, Isparta'ya, Türkiye'ye, dünyaya yaraşan bir anıt yükselecektir. İşte o anıt Türkiye'nin geleceğidir, Türkiye'nin geçmişinden bugüne getirdiği, taşıdığı yenilikleri, güzellikleri, insan sevgisi, dostluk, merhamet, her şeyden önce insana değer vermektir. Sayın Demirel için ne söylesek az. Hepimizin beyninde, ciğerinde, ellerimizde, kollarımızla, vücudumuzda, anılarımızda çok büyük yeri olan bir zattır" dedi.
'AŞIK OLDUĞUN TOPRAKLARDASIN'
Demirel'in mezarı başında Demirel'e seslenen eski bakanlardan Esat Kıratlıoğlu, "Sayın Genel Başkanım, Başbakanım, Cumhurbaşkanım aşık olduğun bu toprakta, uğruna ömrünü feda ettiğin, hizmetini memleketinle birleştirdiğin bu torağın bağrında senin doğum gününü kutlamak için geldik. Cenabı Allah sana cennetin en iyi mekanını bahşetsin" dedi. Demirel'i 1955 yılında tanıdığını belirten Esat Kıratlıoğlu, yanından hiç ayrılmadığını ve bütün hizmetlerine şahit olduğunu anlattı.
'NE ŞAPKASINI ALIP GİTMESİ'
Demirel 1965 yılında iktidara geldiğinde Türkiye'de 70 bin yerleşim merkezinin ancak 264'ünde elektrik olduğunu kaydeden Kıratlıoğlu, "Kahrolası 12 Eylül 1980 ihtilalinde ayrıldığımız zaman köylerimizin yüzde 75'i elektriğe kavuşmuş, yüzde 25'i de inşaat halindeydi. Bu memlekette sanayinin temelini sen attın. Rafineriler senden başka bir daha rafineri görmedi. Bütün sanayi tesislerinin bugünkü ana varlığını sen meydana getirdin. Ve memleketimizin hürriyet aşkı diye yandığı zaman onun mücadelesini en iyi sen verdin. Demirel şapkasını alıp giden bir insan değildi. Demirel'i hep yanlış takdim etmişlerdir. Ne şapkasını alıp gitmesi. O şapka sayesinde Türkiye gölgeye, hürriyete kavuştu" diye konuştu.
CİLTLERE SIĞMAZ
Demirel dendiği zaman ciltlere sığmayacak kadar çok şey yazmanın mümkün olduğunu belirten Yaşar Topçu ise Demirel'i şöyle anlattı; "Demirel cumhuriyettir, demokrasidir, inançtır, en önemlisi hoşgörüdür. Kendisi de 'Ben cumhuriyetim' derdi. Hayatımda çok siyaset adamıyla, birçoğunun avukatı olarak da ilişkim oldu. Demirel gibi hoşgörü sahibi, engin bir ufka sahip ve hayatını o ufka ulaşmak, milletini ulaştırmak için hoşgörü içerisinde vakfetmiş başka bir lider tanıyamadım" dedi.
Demirel'in kendisine bir köy kahvesinde küfür eden ve başbakana hakaretten tutuklanan bir vatandaşla ilgili hikayesini de anlatan Topçu, Demirel'in 'Biz o vatandaşa kim bilir farkında olmadan nasıl bir kötülük ettik, nasıl sıkıştırdık, ona yanlış bir şey yaptık da sövdü. Durup dururken bir ülkenin vatandaşı o ülkenin başbakanına sövmez. Benim sizden ricam, size şoför de versinler git adamı çıkar hapisten" diyerek, 600 km uzaklıktaki bu yere gönderdiğini ve adamı hapisten çıkardığını anlattı.
'BİZİM ASKERİMİZİN DEMOKRASİ TERBİYESİ YOK'
Demirel'in bir Cumhuriyet çocuğu olduğunu belirten Yaşar Topçu, başkanlık sistemi tartışmalarına dikkat çekerek, "Türkiye 8 senedir yerinde sayıyor. Tek başına iktidar var, istikrar söylemi var. Ama 2008'den bu tarafa da 8 senedir olduğu yerde sayıyor. Bunun rejimle sistemle alakası yok. Kalkınma özgürlük, demokrasi ve bir kafa işidir. Ona inananların başa gelip ülkeyi yönetmesi işidir. Çok yanlış, parlamenter rejim Türkiye'yi tökezletmedi. Darbe oldu. Ne yani başkanlık istemi olunca olmayacak mı, askerin ne yapacağını bilemezsiniz. Bizim askerimizin demokrasi terbiyesi yok. Gönül ister ki bunlar hiç olmasın. 1971 muhtırasında Demirel muhtırayı verenleri görevden almak için kararnameyi hazırladı, cumhurbaşkanına gitti. Cumhurbaşkanı imzalamadı. Arkasından siyasiler Demirel'i suçluyor. Şapkasını alıp gitti diyorlar. Demirel şapkasını alıp falan da gitmedi. Çekildi evine. Onun için bizim askerimizin demokrasi terbiyesi alışkanlığı demokrasiye olan bağlılığı tartışmalı. Ama dediğim gibi bunun sistemle alakası yok kafa meselesidir" diye konuştu.
AYLİN CESUR: ÖZLÜYORUZ
Törende Demirel'in uzun yıllar doktorluğunu yapan ve yanından hiç ayrılmayan doktoru Aylin Cesur ise duygularını şöyle ifade etti:
"1 Kasım sayın Cumhurbaşkanımızın doğum günü. Kendisi 1 Kasımları önemserdi. Her sene 1 Kasım'da Türkiye'nin birçok yerinden binlerce insan ziyaretine gelmek isterdi. Onlar geldiklerinde bir muhasebe yapardı. Bu hem hizmetle geçen 40 yılın hem de Cumhuriyetin muhasebesiydi. Çünkü Cumhuriyet haftasına rast gelir. O yüzden 1 Kasım'ı çok severdi. Bütün ömrü Cumhuriyetin kazanımlarını anlatmakla geçti. Arkadaşları yine doğum gününde kendisini ziyaret etmek ve mezarı başında dua etmek istediler. Demirel Vakfı böyle bir tören tertipledi. Törenin burada yapılmasının maneviyat bakımından önemi var, hem de ömrünü adadığı iki dava var. Biri demokrasi diğeri kalkınma mücadelesidir. Çalcatepe kalkınma mücadelesinde önemli bir yere sahip. Çocukluğunda burada koyunlarını otlatırken bu tepenin ardında bir medeniyet var mı o medeniyet buraya getirilir mi davasını daha 5 yaşında kafasına koymuştu. Ve bir ömür boyunca o medeniyeti Türkiye'nin her tarafına götürmeyi hedefledi. İkinci merkezi de Güniz Sokak'tır. O da demokrasi davasının en önemli merkezidir. Aziz hatırasının önünde saygı ile eğiliyoruz. Özlemle doluyuz. Olmadığı için buruğuz."
90 YAŞINDA VEFAT ETTİ
1 Kasım 1924 tarihinde doğan Süleyman Demirel, 17 Haziran 2015'te yaşamını yitirdi. Türkiye'nin 9'uncu Cumhurbaşkanı olan Demirel, 1965- 1993 tarihleri arasında 7 farklı hükümette toplam 10 yıl 5 aylık süreyle başbakanlık görevinde bulundu. Ayrıca, 1964'ten 1980 yılına kadar Adalet Partisi, 1987-1993 yılları arasında ise Doğru Yol Partisi genel başkanı olarak görev aldı. Demirel, siyasi kariyeri boyunca birçok ilki gerçekleştirdi. Türkiye'nin çok partili sisteme geçtiği 1946'dan sonraki dönemde, kurduğu 7 hükümetle en çok hükümet kuran siyasetçi, Türk siyasi tarihinde İsmet İnönü ve Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra en uzun süre görev yapan başbakan, 41 yaşında başbakanlık koltuğuna oturan en genç başbakan, 40 yaşında parti genel başkanı olan en genç politikacı ve 30 yaşında bir kamu kurumuna atanan en genç genel müdür rekorlarını kırdı. Süleyman Demirel, 17 Haziran 2015'te, tedavi gördüğü hastanede solunum yolu enfeksiyonu ve kalp yetmezliği nedeniyle 90 yaşında hayatını kaybetti.

17 Haziran 2016 Cuma

DEMOKRATLAR KULÜBÜ BAŞKANI , AP İZMİR VE KAYSERİ (13 ve 14. dönem) MİLLETVEKİLİ ENVER TURGUT; MERHUM SÜLEYMAN DEMİREL'İN 1. VEFAT YILDÖNÜMÜ NEDENİYLE BİR YAYIMLADI

SİYASETİN "BABA" SI SÜLEYMAN DEMİREL, ÖLÜMÜNÜN 1. YILINDA TÖRENLERLE ANILDI
Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, vefatının birinci yıldönümünde kabri başında törenlerle anıldı.
"Altı kez kalktığı başbakanlık koltuğuna yedi kez oturan" ve 16 Mayıs 1993'te Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı seçilen Türk siyasetinin fötr şapkalı "baba"sı Süleyman Demirel'in vefatının üzerinden bir yıl geçti.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı, 40 yılı aşkın siyasi hayatında kendi deyimiyle "altı kez gittiği başbakanlığa yedi kez gelen" Süleyman Demirel, 17 Haziran 2015'te saat 02.05'te solunum yolu enfeksiyonu ve kalp yetmezliği nedeniyle, tedavi gördüğü Ankara Güven Hastanesinde yaşamını yitirmişti.
Demirel, Isparta'nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy'de "Paşa Dayı" Yahya Bey ile Ümmühan Hanım'ın ikinci çocuğu olarak 1 Kasım 1924'te doğdu.
İlköğrenimini 1930-35 yıllarında doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Isparta ve Afyon'da bitirdi. 1949'da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesinden inşaat yüksek mühendisi olarak mezun olan Demirel, 1948'de babası Hacı Yahya Demirel'in yeğeninin kızı Nazmiye Demirel'le evlendi.
ELEKTRİK İŞLERİ ETÜD İDARESİ'NDEN CUMHURBAŞKANLIĞINA UZANAN YOL
1950'de Elektrik İşleri Etüd İdaresinde çalışmaya başlayan Süleyman Demirel, sulama ve elektrik konularında araştırma yapmak için ABD'ye gönderildi. Türkiye'ye dönüşünde, 1953 yılında Seyhan Barajı inşaatı başladığında proje mühendisi iken Başvekil Adnan Menderes'in dikkatini çekerek 1954 yılında DSİ Genel Müdürlüğünde Barajlar Dairesi Başkanlığına atandı. 1955 yılında da DSİ Genel Müdürlüğüne tayin edildi. Bu arada Eisenhower Vakfının onu bursiyer olarak seçmesiyle yeniden ABD'ye gitti. Askerliğini yapmak üzere 1960 yılında genel müdürlük görevinden ayrıldı.
1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalışan Demirel, aynı yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesinde inşaat mühendisliği alanında dersler verdi. Boğaziçi Köprüsü'nün ilk projesini (1954) hazırlayan, ABD'nin uluslararası mühendislik ve müteahhitlik firması Morrison Knudsen'in Türkiye temsilciliğini üstlendi. Demirel, bu görevinden dolayı bir dönem "Morrison Süleyman" olarak da anıldı.
SİYASETE GİRDİĞİ YIL 'GİK' ÜYESİ OLDU
Demirel, 1962'de siyasi yaşama atılarak Adalet Partisi'ne (AP) girdi. Aynı yıl yapılan I. Kongre'de Genel İdare Kurulu (GİK) üyeliğine seçildi.
Demirel, iki yıl içinde, 28 Kasım 1964'te AP genel başkanı oldu. Kurulmasını sağladığı ve Şubat-Ekim 1965 aylarında görev yapan koalisyon hükumetinde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev alan Demirel, 10 Ekim 1965'te gerçekleştirilen seçimlerde ilk kez milletvekili oldu.
Seçimlerden birinci çıkan partinin lideri, Isparta milletvekili Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Başbakanı olarak hükümeti oluşturdu.
Demirel, 1969, 1970, 1975, 1977 ve 1979 yıllarında beş kez daha hükümet kurdu. 12 Mart muhtırasından sonra "şapkasını alıp giden" Demirel, Adalet Partisi 1973 seçimlerinden ikinci parti olarak çıktı ve anamuhalefet lideri olarak siyasi hayatını sürdürdü.
Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan ve Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş ile 1975'te birinci Milliyetçi Cephe hükümetini kuran Demirel, 1977 yılında Erbakan ve Türkeş ile ikinci Milliyetçi Cephe hükümetini oluşturdu. 1979 seçimlerinden sonra MSP ve MHP'nin desteklediği azınlık hükümetinin başında olan Demirel, 12 Eylül darbesiyle siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kaldı.
Partisi faaliyetten men edilen Demirel, 13 Eylül-11 Ekim tarihlerinde Hamzakoy'da zorunlu ikamete gitti. 1982 Anayasası ile siyaset yapması 10 yıl yasaklanan Demirel, kapatılan Adalet Partisi'nin eski yöneticileriyle bağlarını koparmadı. Siyasi partilerin kurulmasına verilen iznin ardından Demirel ile yakınlığı bilinen siyasetçiler ve bazı eski AP yöneticilerince kurulan Büyük Türkiye Partisi, Milli Güvenlik Kurulu kararıyla "AP'nin devamı olduğu" gerekçesiyle kapatıldı. Demirel, siyaset yasağını çiğnediği gerekçesiyle Çanakkale Zincirbozan'da yine zorunlu ikamete alındı. "Zincirbozan" günleri, 2007'de, Demirel'in de galasına katıldığı filme konu oldu.
YASAK 1987'DE KALKTI
Demirel'in siyasi yasağı 1987'de yapılan referandumla kaldırıldı. Doğru Yol Partisi'nin genel başkanlığını 24 Eylül 1987'de Hüsamettin Cindoruk'tan devralan Demirel, 29 Kasım 1987'deki genel seçimlerde yeniden Isparta milletvekili oldu.
DYP, 1991'de yapılan genel seçimlerden birinci parti olarak çıkınca, kendi başkanlığında DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Yedinci kez hükümet kuran Demirel, 49. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin başbakanı olarak 20 Kasım 1991'den 16 Mayıs1993'e kadar görev yaptı.
Süleyman Demirel, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Nisan 1993'teki vefatının ardından 16 Mayıs 1993'te, TBMM tarafından Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi.
125 ÜLKEYE GİTTİ
Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Demirel, 7 yıllık görev süresinde Çankaya Köşkü'nde sayısız kabul gerçekleştirdi, 125 ülkeye gitti, yabancı devlet başkanlarını Türkiye'de ağırladı, çok sayıda ili ziyaret etti.
Görevi 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e devretmeden düzenlediği basın toplantısında Demirel, yaşamını "50 yılı aşkın kamu hizmetim, 35 yıllık siyaset hayatım, 7 yıllık Cumhurbaşkanlığım boyunca büyük Türkiye hedefi, demokrasinin ve anayasal kurumların güçlenmesi, demokratik kuralların işlemesi için mücadele ettim" sözleriyle özetledi.
Demirel, kendi ifadeleriyle "Atatürk'ün mekanında yedi yıldır tuttuğu demokratik cumhuriyet nöbeti" sırasında Çankaya'nın halkın evi olduğunu, kapıların toplumun tüm kesimlerine açık tutulduğunu belirtti. Anayasanın verdiği bütün görevleri yerine getirdiğini ve yetkileri kullandığını, bunu yaparken kesin bir tarafsızlık içinde hareket ettiğini anlatan Demirel, anayasadan, demokratik ve laik cumhuriyetten yana taraf olduğunu vurguladı.
"HÜKÜMET ALAŞAĞI MI EDİLMİŞ?"
Demirel, Türk siyasi tarihine "post modern" darbe olarak geçen 28 Şubat sürecinde de cumhurbaşkanıydı. Demirel, 28 Şubat sürecine ilişkin, "Hükümet alaşağı mı edilmiş? Siyasi partiler mi kapatılmış? Hükümet bir süre sonra istifa etmiş. Anayasaya göre yenisi kurulmuş. Buna darbe denilmez'' şeklinde değerlendirmede bulunmuştu.
28 Şubat Davası kapsamında beyanının alınması için Ağustos 2014'te davetiye çıkarılan Demirel, Ekim 2014'te avukatı aracılığıyla tanıklık yapmayacağını mahkemeye bildirmişti.
"BİR ELMANIN İKİ YARISIYDIK"
Süleyman Demirel kadar, her daim yanında yer alan eşi Nazmiye Demirel de Türk siyasi hayatının önemli simaları arasında yer almıştı.
12 Mart 1948'de evlenen Demirel çifti, Nazmiye Demirel'in 27 Mayıs 2013'teki vefatına kadar hiç ayrılmadı.
Süleyman Demirel, siyaset hayatının inişli çıkışla zamanlarında kendisine hep destek olan, 86 yaşında kaybettiği eşi için, "Siyasetçilerin arkasında olmak kolay bir şey değildir. Nazmiye Hanım benim arkamda hep metanetle durmuştur. Gördüğüm hizmete karışmamış ama bana destek vermiştir. Onun için huzurunuzda kendisine şükranlarımı söylüyorum. Biz aslında bir elmanın iki yarısıyız. Kalan yarısı benim, giden yarısı Nazmiye Hanım'dır" demişti.
Çocukluk yıllarında çobanlık yaptığı için "Çoban Sülü" olarak da anılan "Türkiye'nin babası" Demirel, 50'den fazla üniversiteden fahri doktora aldı, yabancı ülkelerin devlet nişanlarına layık görüldü. Memleketi Isparta'da adını taşıyan Süleyman Demirel Üniversitesi kuruldu, Isparta'daki havalimanına ve Türkiye'nin farklı yerlerindeki pek çok okula, bulvara ve caddeye adı verildi.
Demirel'in, İsmet İnönü ve Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra en uzun süre başbakanlık yapan siyasetçi ünvanı da bulunuyor.
SÜLEYMAN DEMİREL'İN UNUTULAZ SÖZLERİ
"Binaenaleyh" denildiğinde akla gelen tek isim olan Süleyman Demirel, "Memlekette benzin vardı da biz mi içtik?", "Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz", "GAP'ı gaptırmam", "Elektriğin komünisti olur mu?" gibi sözleri siyasi literatüre kazandırmıştı.
Süleyman Demirel, Yunanistan'ın Ege'nin bir Yunan gölü olduğu şeklindeki iddiaların sorulması üzerine de "Ege bir Yunan gölü değildir, Ege bir Türk gölü de değildir, binanaleyh Ege bir göl değildir" cevabını vermişti.
Demirel'in "Dün dündür, bugün bugündür", "Birtakım yürüyüşler oluyor diye asabınız bozulmasın, yürümekle sokaklar eskimez" sözleri de siyasi tarihe kazındı.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel' in kardeşi iş adamı Şevket Demirel ise yaşlılığa bağlı hastalıklardan dolayı tedavi gördüğü Amerikan hastanesinde geçen mayıs ayında hayatını kaybetmişti.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, 1949 yılında başladığı memurluk görevinden, cumhurbaşkanlığının sona erdiği döneme kadar geçen sürede okuduğu kitaplar, fotoğrafları ve kullandığı eşyalar, İslamköy'de açılan Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi'nde sergileniyor.
DEMOKRATLAR KULÜBÜ BAŞKANI , AP İZMİR VE KAYSERİ MİLLETVEKİLİ ENVER TURGUT BİR MESAJ YAYIMLADI
Demokratlar Kulübü Başkanı Enver TURGUT, "Adalet Partisi Genel Başkanı, Başbakan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bir devre damgasını vurmuş önemli bir devlet ve siyaset adamı olarak, ülkenin gelişmesine ve kalkınma sürecine yaptığı katkılarla her zaman saygıyla anılacak ve daima hatırlanacaktır” dedi.
ENVER TURGUT'UN MESAJI
Demokratlar Kulübü Derneği Merkez Bürosundan yapılan basın açıklamasına göre Başkan Enver TURGUT: Adalet Partisi lideri, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve uzun dönemlerin unutulmaz Başbakanı, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in vefatının birinci yıl dönümü dolayısıyla yayımladığı mesajında: "Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı, BABA namıyla halkın ilgi ve sevgisine mazhar Süleyman Demirel, unutulmaz eserlere imza atan, çok önemli bir devlet ve siyaset adamı olarak, ülkemizin gelişmesine; Kalkınma sürecine ve “muasır medeniyet seviyesine ulaşması uğrunda” yaptığı katkılarla her zaman saygıyla anılacaktır… 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel'e vefatının yıl dönümünde Allah'tan rahmet niyaz ediyor, kendisini saygıyla anıyorum." ifadelerine yer verdi.
***
YORUM VE KATKI:
17.06.2016
                SN. SÜLEYMAN  DEMİREL’İ, 1 YIL ÖNCE KAYBETMİŞTİK                                                                                                Selçuk Maruflu      İstanbul Milletvekili (19. D.)
Türkiye’nin tarihine, her açıdan damgasını vurmuş, büyük devlet adamı, Başbakan, Cumhurbaşkanı  Sn. Süleyman Demirel’i, aramızdan ayrılışının birinci yılında, rahmetle, özlemle anıyoruz. DPT yıllarında, Sn. Demirel ve Sn. Özal’la birlikte çalıştık. Kalkınma planları vasıtası ile ülkemize, büyük hizmetler, eserler, projeler kazandırdık.  Son  40 yılda yapılan proje ve işlerin çoğunda, Sn. Demirel’in         katkısı, imzası vardır. Sn. Demirel, Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı, Çankaya Köşkü’nde, Büyük  Atatürk’ün makamında, üstün  başarı ile görev ifa etmiş, Atatürk’e layık olarak, o makamın hakkını  vermiştir. Hep şunu  düşlerim, eğer, Demirel  Cumhurbaşkanı, Özal da  Başbakan olarak  görev yapsaydı, Türkiye  uçardı. İkinci olarak, eğer Sn. Demirel, biraz daha genç  olarak, bu iktidarın  karşısında olsaydı, Gökkubbeyi, bunların başına  geçirirdi. Sn. Demirel’in muhalefeti, iyi bilinir. Sn. Demirel’in, Türk siyasetine armağan ettiği, deyimler, her zaman geçerli olmuştur.  Örneğin, “Neyin  olacağını görmek için, neyin olamayacağını görmek gerekir” .  “Siyasette 24 saat fevkalade  önemlidir”. “ Ege, Yunan golü değildir, Ege, Türk Gölü de değildir, Binaenaleyh, Ege, göl değildir”. “Beyefendi,  Ecevit’in elini sıkmışsınız, Gardeşim neresini sıkacaktım? ” “Dicle’nin kıyısında, bir kuzu  gaybolursa, Başbakan olarak ben sorumluyum.” “Enflasyon, yükselirse benden, inerse, sebze, meyveden biliyorlar”. “Türlü çeşitli desiselerle, bir yere varamassiniz. Kargadan korkan, darı ekmesin”.  “Barışmayı bilmeyen, gavga  etmesin”. “Siyasette  küslük olmaz”. Benim en ağırıma giden hadiselerden birisi de, baştan başa, Demirel’in projesi olan, 1. Boğaz Köprüsü’nün açılışına çağrılmaması, adının geçmemesi, köprüye  hiç bir katkısı olmayanların, köprüyü açmalarıdır. Benim için o, köprünün adı, Demirel  Köprüsü’dür. Sn. Demirel ve Sn. Özal’ın Türkiye’ye kazandırdığı hizmetlere, eserlere hala ulaşılamamıştır. Devlet adamı olmak, kaliteli, bilgili, tecrübeli, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak, vatansever, prensip insanı olmak, bambaşka bir seymiş. Bugün Türkiye’yi yönetenleri  gördükçe,  insan bu farkı, çok daha iyi anlıyabiliyor. Sn. Demirel’in, Ankara’da, Cumhurbaşkanlığı  Senfoni  Orkestrası’nın konserinin sonunda söylediği  o anlamlı   söylemi hep hatırlıyorum. “İşte  Atatürk’ün laik, modern Türkiye’si, işte Atatürk’ün sanatçıları ve çocukları…
Aramızdan ayrılışının birinci yılında, Cumhurbaşkanı  Sn. Demirel’i, saygı, özlem ve rahmetle  anıyoruz…

20 Mayıs 2016 Cuma

2016 YILI DEMOKRASİ BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI DEMOKRATLAR KULÜBÜ ÜYELERİ VE BAŞKAN ENVER TURGUT İLE DEMOKRAT PARTİ MERKEZ VE TAŞRA TEŞKİLÂTI ORADAYDI

Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de İktidara Gelişinin 66. yıldönümü; 14 Mayıs 2016 Cumartesi günü, Ankara İl Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Genel Merkez Konferans Salonunda düzenlenen bir toplantıyla kutlandı
Genel Merkezde yapılan “Anma ve Kutlama Programında” Demokratlar Kulübü Başkanı Enver Turgut ve Genel Başkan Gültekin Uysal ile Siyaset Planlama Kurulu Başkanı, GİK üyesi Doç. Dr. Mehmet Özdemir birer konuşma yaptılar.
Etkinliğe, Demokratlar Kulübü’nün bir kısım ileri gelen üyeleri; Genel Başkan, Başkanlık Divanı, Genel İdare Kurulu, Merkez Karar Kurulu ve diğer merkez kurulu mensupları ile bazı İl Başkanları ve Ankara il Başkanlığı katıldı. Ayrıca, kendilerini “taban hareketi” diye tanıtan ve Genel Merkeze otobüslerle gelen pek partili vardı. 
DEMOKRATLAR KULÜBÜ BAŞKANI 13. VE 14. DÖNEM ADALET PARTİSİ MİLLETVEKİLİ VE 1993 SONRASI DEMOKRAT PARTİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ENVER TURGUT’UN KONUŞMASI: 
Saygıdeğer dostlarım, aziz ve kadim Demokratlar,
Bu gün Partimizin 1950 yılı 14 Mayıs’ında yaşanan büyük coşkusunu, Cumhuriyet tarihinin en büyük Halk Hareketinin dillere destan başarısını ve zulme karşı “Yeter!.. Söz Milletindir” diyen, “millet iradesinin devlet idaresinde hâkim ve hükümran olduğu” demokrasi, adalet ve hukuk devleti iktidarının 66. yılını kutlamak için huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum.
14 Mayıs, bizim olduğu kadar, bütün Türkiye Cumhuriyeti halkının da bayram günüdür.
Demokrasi Bayramı hepinize kutlu olsun.
Başta Demokrat Partililer olmak üzere, bütün bir millet tarafından “Demokrasi, Hak, Adalet ve Hukuk Bayramı” olarak nitelenen, ancak 1960'dan bu yana devlet ve demokrasi uğruna verilen şehitler dolayısıyla hakkıyla kutlayamadığımız bugün; Bir arada olmanın mutluluğu ve bu davanın neferi olmanın onuru ile sizleri selamlıyor, tekrar hoş geldiniz diyorum.
Bilvesile partimizin bu ülkeye yaptığı hizmetleri anlatmak; Demokrat Parti iktidarından önce çekilen ıstırap ve sıkıntıları dile getirmek ve halk arasında, daha ziyade Beyaz İhtilâl olarak bilinen, Cumhuriyet tarihinin en büyük Halk Hareketinin anlamını açıklamak ve hatırlatmak istiyorum. Ancak, benden sonraki hatipler ve en son konuşacak olan “Partili Arkadaşlarımıza” zaman bırakmak bakımından, bu yoğun ve kısıtlı zaman içinde sizleri yormak istemem.
İLK GERÇEK ZAFER
14 Mayıs 1950, yalnız 46 Ruhu, dava, manâ ve misyonumuz, milletimizin iktidarı için değil, demokrasinin bu topraklardaki ilk gerçek zaferi olması dolayısı ile de kutlanması, anlatılması ve anılması gereken bir gündür. Şu kadar ki: 66 yıl önce gerçekten millet için milletle beraber mücadele eden demokratlar, bugün de aynı hassasiyette, aynı ilke, manâ-misyon, dava, ruh ve kararlılıkla aynı yolda yürümelidir.
Meselâ, 1950 yılında bir işçi 75 – 100 kuruş yevmiye ile çalışıyor, çok büyük sıkıntı çekiyor, açlık, yokluk, yoksulluk ve fakirlik içinde yaşam mücadelesi veriyordu. Bizim iktidarımızda bir işçi, bunun % 600 -700 kat fazlası olan, en az 5 lira ilâ 6 Lira almaya başladı. Bu artışla birlikte gelen refah, yaşama kolaylığı, rahatlık, güvenlik de cabası..
ADALET, KARŞILIKLI SAYGI, SEVGİ VE BARIŞ
14 Mayıs günü iktidar olan ve 19 Mayıs 1950 günü fiilen “hizmet kervanını” yola çıkaran tarihi ve kadim Demokrat Parti, devletle olan kavgayı barışa dönüştürmüş, Cumhuriyetle Demokrasiyi, Devletle Milleti barıştırıp hükümeti huzura, güvene ve “karşılıklı anlayışa” kavuşturmuş; Millete ve millet memurlarına sevgi ve saygıyı aşılamıştır. Bu adalet, hukuk, sevgi, anlayış ve barış sürecinde: Memleketin en ücra köşelerine bile yolu, suyu, okulu, sağlığı götürmüş; Kalkınma ve gelişme yolunda imkân ve fırsat eşitliğini herkese adil, ilkeli ve merhametli davranarak, bütün hizmetlerini eşitlik prensibi çerçevesinde uygulamıştır.
Hülâsa Demokrat Partiyi kuranlar, bizlere büyük ve daima iftiharla sahip çıkılması, sadakatle hizmet edilerek, ilel ebed sürdürülmesi gereken bir miras bırakmıştır. Ama ne yazık ki, bizler, bu mirasın hakkını veremiyor ve onların yolunu sadakatle takip edemiyoruz.
GELENEK, GERÇEK VE DEMOKRASİ
Demokrat Parti geleneğindeki şekli ile “hâkimiyetin millete aidiyeti ve halkın kararına saygı duyularak uyulması, uygulanması” diğer bir anlatımla: “Millet iradesinin devlet idaresinde hâkim ve hükümran olması” anlamına gelen demokrasi, bugün türlü kılıflarla milletten gasp ve zapt edilmek suretiyle, cebren ve hile ile rehin alınarak:, Tek bir kifayetsiz muhterisin emir ve sultasındaki imtiyazlı zümreye tahsis edilmek istenmektedir. Böylece, hırs, kin ve ihtirasla kıvranan bir muhterisin hülyaları ve siyasi hesap uzmanlarının telkinleri ile adım, adım tıpkı menfur Milli Şef Dönemi gibi “tek adam hükümranlığına” dönüştürülmek istenmektedir.
Oysa Türkiye; Hakikatte demokrattır.
Büyük Atatürk’ün dediği gibi “Türk Milleti daima Cumhuriyeti fazilet bilecek ve demokrat olarak kalacaktır.” Zira bu hareket, millet iktidarına hayır diyenlerle yaptığı mücadelede canını vermekten çekinmemiş, tehdide, şantaja ve türlü kirli oyunlara boyun eğmemiş bir geleneğe sahiptir. 70 yıldır hakkaniyet ve adalet çizgisinden sapmadan milletin hizmetine hayatını vakfeden demokratlar, bugün de aynı bilinç, aynı inanç, kararlılık ve vakur duruşla mücadele sahasında olmalıdır. Ancak Türkiye anayasal kargaşanın, siyasal karmaşanın ve yasal kaygıların içerisinde boğulmakta; asıl meselelerini konuşmaktan alıkonulmakta ve dahi bilinçle uzaklaştırılmaktadır.
EGOLARINA ESİR DÜŞMÜŞ SİYASİ MEVTALAR
Bir tarafta ne pahasına olursa olsun “ben” diyenler, benlik-senlik davasının zebunu olanlar; diğer tarafta 60'dan bu yana dökülen kanla, vandallıkla yetinmeyenler, Türkiye'yi toplumsal bir cinnetin eşiğine getirmiştir. Tüm teamülleri, ahlaki ve siyasi değerleri bir kenara koyarak, hatta ayaklar altına alıp takiyye yaparak “ben” diyen, sahnede “milli irade” diye bağırıp, perde gerisinde başka sözler eden iktidarın başı da cinnet getirenlerin önde gelenidir…
Kısaca, bizim mirasımızı istismara ve istifadeye yeltenen bu günkü iktidar, kendi önderleri ile birlikte, Celâl Bayar ve Adnan Menderes’in fotoğraflarını yan yana koyup, altına “demokrasi kahramanları” yazıp, devasa panoların önünde şov yapıyor, sanki onların müdafileri imiş gibi gösteriler düzenleyerek milleti aldatmaya kalkışıyor. Akabinde, Demokrat Parti ve eserleri ile adeta alay ederek, söylemediklerini bırakmıyorlar. Bizler bu acı ve alaycı tavırları üzüntüyle görüyor ama maalesef, atıl vaziyette olduğumuz için sesimizi çıkarmıyoruz.
MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİĞE VURULAN DARBELER
Ekonomik rant için, insanları yaşam alanlarından çekip koparanlar, siyasal gettolar inşa etmiş, bununla da yetinmeyerek, milletin birlik ve bütünlüğünün kendi iktidarlarına engel teşkil ettiğini keşfettikleri için sosyal ve toplumsal tesanüdü baltalamak için, insanlık düşmanlığı yapmaktan da geri kalmamışlardır. Türkiye'de milli ve birlik, beraberlik, dostluk, komşuluk ve hatta akrabalık ilişkileri dahi iktidar hırslarına kurban edilmek istenmiş, ayırma-kayırma, kutuplaşma ve kamplaşma bir siyasal araç haline getirilmiştir. Yıllardır hukukun ve dinin siyasallaşmasını tartışan kamuoyu bir an önce duygularımızın bile siyasallaştığının farkına varmalı, bunun, ne büyük bir tehlikeye gebe olduğunu görmelidir. Şiddeti ve hatta kanı bile siyasetlerine araç edenler, asıl kaygılarının millet olmadığını göstermiştir.
KOMŞULARLA SIFIR SORUN PALAVRASI
14 yılda Türkiye, “stratejik derinlik” denilerek iyi komşuluk ilişkilerinden uzaklaşmış, küçük boyutlu bir dehşet kıskacı arasında kalmıştır. Bırakınız derinliğini, ortada bir strateji falan da yoktur. Daha doğrusu milletin menfaatini gözeten bir stratejinin yokluğu, var olan stratejinin ise sadece kişisel güvenlikleri olduğu, tecrübe ile sabit olup; iktidar, bölgedeki politikasında kendi çalıp kendi söylerken artık bölgede ne bir dinleyicisi ne de şakşakçısı kalmıştır. İktidar, politikanın içinde de dışında da çuvallamıştır.
HÜRRİYETÇİ DEMOKRATLAR VE DIŞ POLİTİKA
Gelenekçi ve gerçekçi demokratlar, dış politikada güvenli ilişkileri, iyi niyet, mütekabiliyet ve sürekli gelişime dayalı komşuluk ilkesini kabul etmişlerdir. Dış politikanın ne kadar karası varsa eline yüzüne süren iktidar, içeride de analara, babalara, evlatlara karalar bağlatmıştır, bağlatmaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar iktidarı alıp, güvenliği teslim ettiği menfur eşkıya ülkemizin Doğusu ve Güneydoğusu'nda muhtemelen kendisine verilen sözlerin tutulmaması nedeni ile şehirleri yakıp yıkmakta, asker, polis, korucu ve sivillere haince pusu kurmaktadır. Geçmişte, bağımsızlık için bedel ödemek zorunda kalan bu millet, şimdi iktidarın basiretsiz, aymaz ve akıldışı kararları yüzünden yeniden bedel ödemeye başlamıştır. Açık ve net olarak, bugün gencecik bedenlerini toprağa verdiğimiz canların yegâne sorumlusu iktidardır.
Osmanlı'nın varisi olduğunu iddia eden, ancak, ihanetle süslü bedenleri hiç utanmadan payitahtta saraylarda ağırlayan, kucaklayan, bu vesile ile iktidarı hesaplayan AKP, şer odağıdır. Dün Dolmabahçe'de devleti birilerinin meydan okumalarına alet edenler, bugün ihanetlerini inkâr etmektedirler. Bu psikopatolojik bir travma halidir.
AHLÂK YOZLAŞMIŞ, ADALET CİHAZI ESİR ALINMIŞTIR
Türkiye hem siyaseten, hem de toplumsal olarak dini, milli ve ahlâkî bir yozlaşmanın eşiğine gelmiştir. Maalesef, geleceklerimizi emanet ettiğimiz çocuklarımızı, kimseye emanet edemez haldeyiz. Her gün, yeni bir iğrençlik haberi ile evlatlarımızın yüzüne nasıl bakacağız kaygısı ile uyandığımız ülkemizde, iktidar mağdur edenin, suçuna değil, taciz ve tecavüz eden iğrenç yaratığın kimliğine bakmaktadır. Bunlar önce siyasete alet ederek dini, sonra kendi ikballeri için hukuku, sonunda vicdanları siyasallaştırmaya yeltenmektedir. Bu ahlaki çöküşten, önce nasibini, yüce Meclis ve siyaset kurumu almıştır. Geçmişte, parlamenterlere ait bir teamül ile protesto etmek istediğinde, Meclis sıralarını tokatlayan milletvekilleri, şiddeti araç edinen liderlerine öykünerek, birbirlerini tokatlamakta, tekmelemektedir. Hakaretin bini bir paradır.
SÖZDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Özleri itibariyle değerlendirildiğinde siyasetten uzak olmaları beklenemeyecek bu neviden kuruluşların, müfrit bir muhalif gibi davranması yerine meseleleri şahsi siyasi kaygılardan bağımsız ele alarak, hâkim edası ile muhakeme etmeleri son derece önemlidir. Parti devletine dönüşmüş bir hal alan devletin en temel ekonomik ilkesi, serbest piyasa anlayışının, “partili tekeli” ile alaşağı edildiği yerde rekabet boşluğu yerine ana muhalefet boşluğunu kendine dert edinen STK başkanlarına tavsiyemiz; siyaseti dolaylı olarak değil, doğrudan açıkça, dürüstçe ve mertçe yapmalarıdır. Elbette sivil toplum kuruluşu niteliği itibariyle bu gibi yapılanmaların siyasete müdahil olması olağandır.  Ancak dahletmeleri gereken siyaset iktidar ve muhalefet arasında bir yerde değil, bu kavramların üstünde, daha saygın bir yerde olmalıdır.
AĞIR-AKSAK, EKSİK-GEDİK DEMOKRASİ
Türkiye' de her meselenin temelinde aksak demokrasi, eksik demokratik tavır yatmakta. Bu bakımdan, en acil eylem planı, iktidardan başlayarak antidemokratik beyinlerin, hayallerin ve planların temizlenmesidir. Demokrat Parti sahip olduğu cevher itibariyle meyve vermeye ve siyasete ışık tutmaya devam edecektir. Bugün Türkiye'nin, çeşitli şekillerde, çeşitli sancılarla acısını çektiği güç zehirlenmesinin, iktidar zehirlenmesinin panzehiri demokrasi, adalet ahlâkı ve evrensel hukuktur. Mutlak kuvvetler ayrılığı, adalet ahlâkı, eşitlik ve hukuka aykırı hareket edenler; Olsa, olsa halk düşmanı, organize suç örgütü ve dış mihrakların menfur uzantısı ya da terör-tedhiş örgütünün yaldım ve yatakçısı olabilirler.    
NETİCE OLARAK:
1959 yılından 1980 yılına kadar Demokrat Parti ve Adalet Partisinin delegesi ve eski, gerçek bir Milletvekili olarak bu ihanetler kanıma dokunuyor. Dahası, memlekette bir muhalefetin olmayışı utanılacak bir yüzkarası ve herkes için ayıptır. Bu gün sağda büyük bir boşluk vardır. Demokrat Parti miğferi dışında olur, olmaz bazı arkadaşlarımız parti kurmaya çalışıyorlar. Bunların hiç birisi tutmaz. Bu boşluğu dolduracak parti işte burada, zafer yıldönümünü, 14 Mayıs Demokrasi Bayramını kutladığımız Demokrat Parti’dir. Demokrat parti, mevcut hali ve kadroları ile siyaset sahasını dolduramadığı için “Merkez Sağda” boşluk var.
Genel Merkez kadroları bunun farkına varmalı ve bir an önce Demokrat Parti’yi milyonlara varan sevdalıları ile buluşturmanın, barıştırmanın yolunu bulmalıdır. Bize göre bu yol konsensüs, samimi çağrı, içtenlikle kucaklaşma, hep birlikte özeleştiri, vefakârlık, fedakârlık ve barıştır. Böyle samimi bir çaba halinde, bizler de her an davanın yanında olacağız ve desteğimizi esirgemeyeceğiz.
Zira bizler burada, tarihe mâlolmuş bir zaferin 66. yılımızı kutlarken ülke kan gölüne dönmüş, devleti yönettiği iddiasında olan padişah 2500 kişinin koruma kalkanı ardına sığınarak, sırça köşkte oturup saltanat sürmektedir. Her gün Şehid olan 8 – 10 güvenlik mensubu ve bunun birkaç misli vatandaş onun umurunda bile değil. Meselâ bu gün, bir yanda ihanet, şeamet ve menfur saldırılar sürer, bazı il ve ilçelerimiz kan gölü içinde yüzerken, padişahın kızı şaşaalı bir düğünle evleniyor, devlet maaşlı korumalar, tıpkı şehir magandaları gibi silâh patlatıyor!.
Bizler yine seyirciyiz.
Nasıl bir Demokrat Partiliyiz ki, sesimiz, soluğumuz çıkmıyor.
OYSA!..
66. defa kutladığımız Demokrasi Bayramı'nda biliyoruz ki, bu kronik hastalığı tedavi edecek kadrolar, sadece ve yalnızca Demokrat Parti' de yer almaktadır. AKP'nin Menderes ve Özal vurgusuyla bu büyük misyonun geçmişini yağmalama gayretlerini, zaman zaman MHP de dahil olmak üzere CHP'nin bize yönelik tasarruflarını seyirci kalmak bize yakışmaz. Elbette bu gözlemler, bizlere, bulunduğumuz yerin anlamını göstermeye yöneliktir. Diyeceksiniz ki, "meyve veren ağaç taşlanır", elbette taşlanacaktır. Çünkü Demokrat Parti sahip olduğu cevher itibariyle meyve vermeyi sürdürecek; “Kalemi başkaları tarafından tutulan köşe bekçilerinin karalamaları ile 70 yıllık gelenek yara almayacaktır” Bugün bahusus partilerin var olmasına vesile çok partili hayatın gerçek manada uygulayıcısı, bu partilere yaşam hakkı sağlayan Demokrat Parti'dir. Demokrat Parti bir taraftan günümüz partilerinin bir taraftan da birçok başarılı siyasinin eğitildiği doğal bir parti okulu niteliğindedir. Bugün burada aynı havayı teneffüs ettiğimiz, geçmişte Allah’a emanet ettiğimiz değerlerimiz ile değerli büyüklerimiz kesinlikle inkâr edilemez şekilde “namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu” Türk siyasetinin muallimleridir.
Vatan hainleri ve ihanet şebekeleri üzerinde Demokrat Partinin ve Demokrat Parti büyüklerinin “kesinlikle ve asla” bir dahli yoktur.
Bu duygu ve düşüncelerle, demokrasi, adalet ahlâkı ve hukuk uğrunda, bu vatan için, şehadete yürüyen tüm kahramanlarımızı, demokrasi şehidi Baş Vekilimiz, Şehit Bakanlarımız, Şehit diplomatlarımız, Şehit polislerimiz, askerlerimiz ve korucumuzu rahmetle anıyor, hepinizi saygı, hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
14 MAYIS DEMOKRASİ,
ADALET VE HUKUK BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN”

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de İktidara Gelişinin 66. yıldönümü, Genel Merkez’de yapılan bir toplantıyla kutlandı. Demokratlar Kulübü Başkanı ENVER TURGUT bir konuşma yaptı. Genel Muhasip Doç. Dr. MEHMET ÖZDEMİR ise bir bildiri sundu.

Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de İktidara Gelişinin 66. yıldönümü, Genel Merkez’de yapılan bir toplantıyla kutlandı
14 Mayıs 2016 Cumartesi
“Daha aylar önce seçim pusulasında adı olan, o “milli irade”nin beyanı olan bir başbakanı görevinden eden Cumhurbaşkanı, siyasi cinayet işlemiştir”
“Bu partinin simgesi de imgesi de tavşan değildir. Bizlere simge olmuş canlı; ecdadı seferden sefere taşıyan, Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam’ı Arş’a çıkaran ‘kırat’tır”
“Önce siyasete alet ederek dini, sonra kendi güvenliklerine gayret ederek hukuku siyasallaştıran iktidar, sonunda vicdanları da siyasallaştırmıştır”
Demokratlar Kulübü Başkanı: ENVER TURGUT
(DP Basın Merkezi – 14 Mayıs 2016, Ankara) 
Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de İktidara Gelişinin 66. yıl dönümü, Genel Merkez’de yapılan bir toplantıyla kutlandı. Genel Başkanımız Gültekin Uysal, burada yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı’ndan, iktidara, iktidardan ana muhalefete, tavşan partisi söylemlerinden sivil toplum yöneticilerine, iç politika ve terörden dış politikaya kadar pek çok konuda önemli açıklamalarda bulundu. 
Genel Merkez’deki programda Demokratlar Kulübü Başkanı 13 ve 14. Dönem Kayseri ve İzmir Milletvekiliş Enver Turgut ile Siyaset Planlama Kurulu Başkanımız ve GİK üyemiz Doç. Dr. Mehmet Özdemir de birer konuşma yaptı. Genel Başkanımız Gültekin Uysal, 14 Mayıs Demokrasi Bayramı dolayısıyla düzenlenen programda şu görüşleri dile getirdi:
“Kıymetli Partililer, değerli dava arkadaşlarım;
Bizlerin bayram olarak nitelediği, ancak 1960'dan bu yana demokrasi için, vatan için, millet için verdiğimiz şehitler dolayısıyla hakkıyla kutlayamadığımız bugün, bir kez daha bir arada olmanın mutluluğu ve bu davanın neferi olmanın onuru ile sizleri selamlıyor, hoş geldiniz diyorum.
14 Mayıs 1950, yalnız fikrimizin ve milletin iktidarı için değil, demokrasinin bu topraklardaki ilk gerçek zaferi olması dolayısı ile de kutlanası, anlatılası, anılası bir gündür.
66 yıl önce gerçekten millet için milletle beraber teşrik-i mesai eden demokratlar, bugün de aynı hassasiyette, aynı ilke ve aynı doğru yoldadır.
Kıymetli Partililer; Adına hürriyetçi demokratlar tarafından bir bayram atfedilen demokrasinin, bugün geldiği yer ortadadır. Siyaset biliminin kavramlarından, siyasi tarihin tozlu sayfalarından bulunacak onlarca mesel, onlarca tanım varken, bu hizmet kervanının ekmeğini yemeye teşebbüs edercesine kendini demokrat olarak niteleyen, yaşanılanın demokrasi olduğunu söyleyenler vardır.
Genel Başkan Gültekin UYSAL
“Türkiye; demokrattır, demokrat olarak kalacaktır”
Demokrat Parti geleneğindeki şekli ile sözün millete takdimi, teslimi olan demokrasi, bugün türlü kılıflarla milletten zapt edilmek, rehin alınmak istenmekte, bir tek kişinin sultasındaki bir zümreye tahsis edilmek istenmektedir. Tek bir kişinin hülyaları ve siyasi hesap uzmanlarının hesaplamaları ile adım adım “tek adam hükümranlığı”na dönüştürülmek istenen Türkiye; demokrattır, demokrat olarak kalacaktır. 70 yıldır bu milletin büyük hayallerini “Büyük Türkiye ideali” ile programlaştıran demokratlar, birkaç kişinin küçük hayallerine, bu büyük, bu kutlu emeği ve birikimi kurban etmeyecektir. Bu hareket, milletin iktidarına hayır diyenlere canını vermekten çekinmemiş, tehdide, şantaja ve türlü Bizans oyunlarına boyun eğmemiş bir genetiğe sahiptir. 70 yıldır hakkaniyet ve adalet çizgisinden sapmadan milletin hizmetine hayatını vakfeden demokratlar, bugün de aynı bilinç, aynı kararlılık ve aynı vakur duruşla Edirne'den Kars'a ayaktadır. “Türkiye anayasal kargaşanın, siyasal karmaşanın ve yasal kaygıların içerisinde boğulmaktadır”
Kıymetli ev sahipleri;
Türkiye anayasal kargaşanın, siyasal karmaşanın ve yasal kaygıların içerisinde boğulmakta, asıl meselelerini konuşmaktan uzaklaşmaktadır. Maalesef bir tarafta ne pahasına olursa olsun “ben” diyenler, bir tarafta 60'dan bu yana dökülen kanla yetinmeyenler, Türkiye'yi toplumsal bir cinnetin eşiğine getirmiştir. Tüm teamülleri, ahlaki ve siyasi değerleri bir kenara koyarak, hatta ayaklar altına alıp mızmızlanarak “ben” diyen, sahnede “milli irade” diye bağırıp sahne arkasında başka sözler eden Cumhurbaşkanı da cinnet getirenlerin başındadır. Bir cinnet hali ile her söylevinde arkasına saklandığı “milli irade”yi katletmiştir. Daha aylar önce seçim pusulasında adı olan, o “milli irade”nin beyanı olan bir başbakanı görevinden eden Cumhurbaşkanı siyasi cinayet işlemiştir.
Bugün yaşananlara “darbe” denmeyecektir de ne denecektir?
Cumhurbaşkanı geldiği günden beri çeşitli yerlere çeşitli yöntemlerle darbe yapmıştır. Bu da basbayağı darbedir. 28 Şubat’ın gerçek mağduru değil mahdumu AKP, ecdadı olan 12 Eylül ve 28 Şubat’tan öğrendiklerini yeni yöntemlerle tekrar etmiştir. Kendilerinin bir düstur edindiği, ancak görünen o ki anlamını kavramanın işlerine gelmediği “milli irade” işte bugün, yani Türkiye’de ilk ve gerçekten tecelli ettiği gün daha da önemli haldedir. Her “güncelleme”si olay olan Türk Dil Kurumu geçtiğimiz yıl “darbe” sözcüğünün anlamını “hükümeti demokratik yollardan istifa etmeye zorlamak” şeklinde güncellemiş ve bize yaşananlara isim bulma zorluğundan kurtarmıştır. Tecrübelerimiz yeni bir güncellemenin Cumhurbaşkanı lehine yapılacağıdır.
Aziz dostlarım, değerli büyüklerim, sevgili kardeşlerim;
Ekonomik rant için insanları sosyal ortamlarından koparanlar, siyasal gettolar inşa etmiş, milletin birlikteliğinin, iktidarlarına engel teşkil ettiğini keşfetmiştir. Türkiye'de milli birlik, beraberlik, eşlik, dostluk, komşuluk ve hatta akrabalık ilişkileri dahi iktidar hırslarına kurban edilmek istenmiş, kutuplaşma ve kamplaşma bir siyasal araç haline getirilmiştir. Yıllardır hukukun ve dinin siyasallaşmasını tartışan kamuoyu bir an önce duygularımızın bile siyasallaştığının farkına varmalı, bunun, ne büyük bir tehlikeye gebe olduğunu görmelidir. Şiddeti ve hatta kanı bile siyasetlerine araç edenler, asıl kaygılarının millet olmadığını göstermiştir. Sözlerinin kitlelere etkisinden bihaber siyasilerin ağızlarından çıkanlar kendilerinden daha tehlikelidir.
“27 Mayıs 1960’ın akıtmaya başladığı kan,
elini hala yıkayamamış olanlara yetmemiştir”
Bir taraftan bayramı bir taraftan yası yaşadığımız bu ay “kan” hatırlatması bizi daha da irite etmiştir. 27 Mayıs 1960’ın akıtmaya başladığı kan, elini hala yıkayamamış olanlara yetmemiştir. Sadece bir siyasi tarafı değil, tüm ülkeyi tehdit edercesine hala “kan” diyenler bunun göstergesidir. CHP Lideri Kılıçdaroğlu “ne pahasına olursa olsun başkanlık” diyenlere karşı “Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” demiş, 27 Mayıs’tan 56 yıl sonra, 12 Eylül’den 36 yıl sonra acıları deşmiş, kaygıları derinleştirmiştir. Bu sözler, kaygısı millet olan, kaygısı birlik olan, kaygısı demokrasi olan bir şahsın değil, iktidarın kutuplaştıran diline öykünen bir şahsın sözleridir.
Sayın Kılıçdaroğlu demokrasinin kılıçla değil kalemle, kelamla olduğunu bilmeli, hep hatırlanmak istiyorsa soyadını “Kelamoğlu” olarak değiştirmelidir.
“IŞİD tehdidi, Türkiye'yi tarihinde hiç olmadığı kadar
 "Sıcak Savaşa" yaklaştırmıştır”
Saygıdeğer Partililer; Malumunuz odur ki; Türkiye, Dış Politika'da şahsi kaygılarla dahil olunan yaraların sancısını çekmektedir. Bir tarafta iktidarın yadsınamayacak katkılarıyla Batı'nın Ortadoğu'daki güvenlik kuvvetleri görevini ifa eden PYD, bir tarafta iktidarın, yine yadsınamayacak katkıları ve mezhepsel bakışı ile palazlanan IŞİD tehdidi, Türkiye'yi tarihinde hiç olmadığı kadar "Sıcak Savaşa" yaklaştırmıştır. 14 yılda Türkiye, “stratejik derinlik” diyerek iyi komşuluk ilişkilerinden uzaklaşmış, küçük boyutlu bir dehşet dengesi arasında kalmıştır. Bırakınız derinliğini, ortada bir strateji falan da yoktur. Daha doğrusu milletin menfaatini gözeten bir stratejinin olmadığı, var olan tek stratejinin kişisel güvenlikleri olduğu tecrübe ile sabittir. Ortadoğu'da var olan çeşitliliğe rağmen monofonik sesler çıkaran iktidar, polifonik bir karşılık almaya başlamıştır. Ezcümle iktidar, bölgedeki politikasında kendi çalıp kendi söylerken artık bölgede ne bir dinleyicisi ne de şakşakçısı kalmıştır.
“İktidar, politikanın içinde de dışında da çuvallamıştır”
Sorun fabrikası olan iktidar, Ortadoğu'nun sorunlarını sadece iç politik kaygılarla Türkiye'ye ithal etmiş, dahası Türkiye'nin bir bölümünü de kendi hesapları doğrultusunda bölgenin sorunlarına hapsetmiştir. İktidar, politikanın içinde de dışında da çuvallamıştır. Kendi içlerinde dahi yönetim şekillerinin ne olduğunu bilmeyenler, bir gün demokrat, bir gün otokrat olanlar, nasıl olduysa Türkiye için kendilerince ideal bir yönetim şekli uydurmuşlardır.
“AKP iktidarı Avrupa Birliği'ni
vize muafiyeti değerlendirmesinden öte götürememiştir”
Kıymetli misafirler,
Hürriyetçi demokratlar, dış politikada güvenlikli ilişkileri ve gelişimi öncel kabul etmişlerdir.
Türkiye'nin 60 yıllık Avrupa Birliği serüveninde en kararlı duruşu sergileyen biz demokratlar bugün 60 yılı "bir bakıp çıkacaktık" noktasına getiren,  Avrupa'yı yalnız seyahat planlarında var eden anlayışın eylemlerini üzüntü ile izlemektedir. Avrupa Birliği, münferit yaklaşımlar müstesna, bizler için eğitimde, adalette, üretimde ve elbette demokraside kaliteyi simgelemektedir. Anlaşılan odur ki AKP iktidarı Avrupa Birliği'ni vize muafiyeti değerlendirmesinden öte götürememiştir. Zaman zaman Avrupa Birliği'ni, İsrail'i ya da başkaca ülkeleri sadece iç politik pazarlama gayesi ile dini değerlendirmeye tabi tutan iktidar, inkarı da bir politik araç haline getirmiştir. İktidar, bir sabah kalktığında antisemit olmakta, başka bir sabah ise gece hayalini kurduğu Siyonist ortaklıkların heyecanı ile ellerini ovuşturarak uyanmaktadır. Bir öğle vakti Brüksel'de demokrasi beşiğinde uyuya kalan iktidar, başka bir sabah Avrupa'nın tek dişi kalmış canavar olduğunu hatırlamaktadır.
Kıymetli demokratlar;
Dış politikanın ne kadar karası varsa eline yüzüne süren iktidar, içeride de analara, babalara, evlatlara karalar bağlatmıştır, bağlatmaktadır. “Açık ve net şekilde, bugün, gencecik bedenlerini toprağa koyduğumuz canların ölümünün yegane sorumlusu iktidardır” Birkaç yıl öncesine kadar iktidarı alıp, güvenliği teslim ettiği PKK, ülkemizin Doğusu ve Güneydoğusu'nda muhtemelen kendisine verilen sözlerin tutulmaması nedeni ile şehirleri yakıp yıkmakta, askerimize, polisimize, korucumuza haince pusu kurmaktadır. Geçmişte, bağımsızlık için bedel ödemek zorunda kalan bu millet, şimdi iktidarın basiretsizliği ve aymazlığı yüzünden yeniden bedel ödemeye başlamıştır. Açık ve net şekilde, bugün, gencecik bedenlerini toprağa koyduğumuz canların ölümünün yegane sorumlusu iktidardır. Osmanlı'nın murisi olduğunu iddia eden, ancak, ihanetle süslü bedenleri hiç utanmadan payitahtta saraylarda ağırlayan, kucaklayan, bu vesile ile iktidarı hesaplayan AKP, şer odağıdır. Dün Dolmabahçe'de devleti birilerinin meydan okumalarına alet edenler, bugün ihanetlerini inkâr etmektedirler. Bu psikopatolojik bir ruh halidir. İktidar çift kişilikli, kişilik bozukluğu sahibi tarafı ile milletin bunları unutması için niyaz etmektedir. Başta millet, başta demokratlar, evlatlarını toprağa gönderen analar, avuçları boş kalan çocuklar ve sinesi kanayan eşler yapılanları unutmayacaktır.
Çok değerli misafirler;
Türkiye hem siyaseten, hem de toplumsal olarak ahlâkî bir yozlaşmanın eşiğini aşmıştır.
Maalesef, geleceklerimizi emanet ettiğimiz çocuklarımız, kimseye emanet edilemeyecek haldedir. Her gün, yeni bir iğrençlik haberi ile evlatlarımızın yüzüne nasıl bakacağız kaygısı ile uyandığımız ülkemizde, iktidar mağdur edenin, utanarak söylüyorum taciz edenin, tecavüz edenin kimliğine bakmaktadır. Önce siyasete alet ederek dini, sonra kendi güvenliklerine gayret ederek hukuku siyasallaştıran iktidar, sonunda vicdanları da siyasallaştırmıştır. Kıymetli Partililer işte geldiğimiz tehlikeli yer burasıdır... Ne yazık ki, ahlaki çöküşten önce nasibini, yüce Meclis ve siyaset kurumu almıştır. Geçmişte, parlamenterlere ait bir teamül ile protesto etmek istediğinde, Meclis sıralarını tokatlayan milletvekilleri, şiddeti araç edinen liderlerine öykünerek, birbirlerini tokatlamakta, tekmelemektedir. Hakaretin bini bir paradır. Meclis televizyonu, bu nedenlerden ötürü boş verin "+18'i", "+ insan uyarısı" koymalıdır. Elbette, aktif siyasetin, bu edep dışı halinden Sivil Toplum'un çeşitli kanatları da zannınca faydalanmaktadır. Kendi sorumluluk sahalarını ve yükümlülüklerini unutup, bir tarafta bir siyasi partinin "dış yapımı" gibi davrananları, bir tarafta her nedense dolaylı olarak siyaset yapanlar, bu yozlaşmanın sorumlularındandır. Kanaatimiz odur ki, mesleki örgütlenmeler, sosyolojik illiyet bağları nedeniyle, siyasetle alakadar olmalıdır. Ve fakat sorumluluklarını, dahası neden olacakları suni tartışmaları hesaba kalmalıdır.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nu hedef alan ve bizce edep dışı sözleri bu bağlamda geldiğimiz noktanın özetidir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Türkiye’nin en büyük sivil toplum yapılanmalarından birinin kendi işlerine gelecek şekilde siyasete müdahil olmamalarını eleştirmesi ile başlayan tartışmada, siyasete “haddini aşarak” müdahil olan TOBB Başkanı bu yozlaşmanın canlı kanıtıdır. Sivil alanın lider kuruluşu olan, il ve ilçelerdeki yapılanması ile adeta sivil topluma maestroluk eden böyle bir yapılanmanın başkanın sanki bir siyasi partinin temsilcisi gibi lakırtı etmesi demokrasi adına da acıklıdır.
Özleri itibariyle değerlendirildiğinde siyasetten uzak olmaları beklenemeyecek bu gibi kuruluşların, müfrit bir muhalif gibi davranması yerine meseleleri şahsi siyasi kaygılardan bağımsız ele almaları, hakim edası ile muhakeme etmeleri son derece önemlidir.
Parti devletine dönüşmüş bir hal alan devletin en temel ekonomik ilkesi, serbest piyasa anlayışının, “partili tekeli” ile alaşağı edildiği yerde rekabet boşluğu yerine ana muhalefet boşluğunu kendine dert edinen TOBB Başkanı’na tavsiyemiz; siyaseti dolaylı olarak değil doğrudan yapmasıdır.
Elbette sivil toplum kuruluşu niteliği itibariyle bu gibi yapılanmaların siyasete müdahil olması olağandır.  Ancak müdahil olmaları gereken siyaset iktidar ve muhalefet arasında bir yerde değil, bu kavramların üstünde bir yerde olmalıdır. Muhakkak ki TOBB Başkanı’nın bu çirkin üslubunun ve tavrının yanında CHP’nin ve liderinin tavrı da tartışmalıdır. Zira kendileri başkaca sivil toplum kuruluşlarını partilerinin “dış yapımı” gibi kullanmakta bir beis görmemektedirler. Miting meydanları ve parti organizasyonları da bu vaziyetin en canlı şahididir. CHP cenahından TOBB Başkanı’na “siyaset dışı kal” diye uyarıda bulunanlar bir takım sendika ve yapılanmalara da aynı mesajı verecekler, dışarıda olmaları için gayret edecekler midir?
Aziz konuklar; Bir selam gibi rutinlerle tekrarladığımız şey, Türkiye'nin sorunlarının demokrasi odaklı olduğudur. Türkiye' de her meselenin temelinde aksak demokrasi, eksik demokratik tavır yatmaktadır. Bu bakımdan, en acil eylem planı, iktidardan başlayarak antidemokratik beyinlerin, hayallerin ve planların temizlenmesidir.
“Demokrat Parti sahip olduğu cevher itibariyle
meyve vermeye de devam edecektir”
Bugün Türkiye'nin, çeşitli şekillerde, çeşitli sancılarla acısını çektiği güç zehirlenmesinin, iktidar zehirlenmesinin panzehiri demokrasidir. 66. defa kutladığımız Demokrasi Bayramı'nda biliyoruz ki, bu kronik hastalığı tedavi edecek kadrolar, Demokrat Parti' de yer almaktadır. Gündeme dair son bir hatırlatma ile belirtmek isterim ki; biz demokratlar, ideallerimiz gereği siyasette olan biteni, diğer partilerdeki gelişmeleri de nezaket dairesi içerisinde izlemekteyiz. AKP'nin Menderes ve Özal vurgusuyla bu büyük misyonun geçmişini yağmalama gayretlerini, zaman zaman MHP de dahil olmak üzere CHP'nin bize yönelik tasarruflarını görmekteyiz. Elbette bu gözlemlerimiz bizlere bulunduğumuz yerin anlamını göstermeye devam etmektedir. Bu anlam ve partimizin sahip olduğu karşılık çeşitli zamanlarda isnatlara konu olmasına vesiledir. En bilinen tabiri ile "meyve veren ağaç taşlanır", taşlanacaktır. Demokrat Parti sahip olduğu cevher itibariyle meyve vermeye de devam edecektir.
“Kalemi başkaları tarafından tutulan köşe bekçilerinin karalamaları ile 70 yıllık gelenek yara almayacaktır”
Türkiye’de son olarak MHP’de ancak dönem dönem birçok siyasi parti ve oluşumda ismimizin zikredilmesi de bundandır. Kalemi başkaları tarafından tutulan köşe bekçilerinin karalamaları ile 70 yıllık gelenek yara almayacaktır. Gerçi amaçları sadece karalamak da değildir. Mesnetsiz iddiaları atanların amaçları bu köklü geleneğin ismi ile semirmek, birilerini semirtmektir. Partimizi “ağzı açık beklemek”le itham edenler birilerinin kapısında ağızları açık bekleyen bir güruhun mensuplarından öte değildir.  Başta partimizi sonra da partimizin eski bakanlarından ve MHP’deki değişimin bugünkü temsilcilerinden Sayın Meral Akşener’i hedef alan bu çirkin ifadeler bilinçaltlarındaki korkunun tezahürüdür.
Sayın Akşener'in, geçmişte Doğru Yol Partisi'nde görev yapması dolayısıyla, siyaset kürsüsüne DYP ile çıkmış olması dolayısıyla bu gibi yakıştırmalar tabiidir.
Doç. Dr. Mehmet ÖZDEMİR
Demokrat Parti, yapısı itibariyle, ister AKP ister MHP ister başka partiler olsun oy geçişkenliğinin en yüksek olduğu partidir. Bugün bahsi geçen partilerin varolmasına vesile çok partili hayatın gerçek manada uygulayıcısı, bu partilere yaşam hakkı sağlayan Demokrat Parti'dir. Demokrat Parti bir taraftan günümüz partilerinin bir taraftan da birçok başarılı siyasinin eğitildiği doğal bir parti okulu niteliğindedir. Bugün burada aynı havayı teneffüs ettiğimiz, geçmişte Allah’a emanet ettiğimiz değerlerimiz, değerli büyüklerimiz inkar edilemez şekilde Türk siyasetinin muallimleridir. Türkiye'de bugün şizofrenik bir durum vardır. Bu şizofrenik duruma itirazı olan herkes elbette her daim Demokrat Parti'yi bir çıkış olarak görebilir. Demokrat Parti 70 yıldır, kaoslardan, baskılardan, güçlüklerden çıkışın odağı olmuştur. Kimi zaman “adalet” ismi ile adaletsizlikten, kimi zaman "Doğru Yol" ismi ile yanlışlıklardan çıkış için merkez olmuş partimiz Demokrat Parti, bugün de 70 sene evvel olduğu gibi anti-demokratik bir anlayış ve düzenden çıkışın adıdır. Bu doğrultuda bu yağma düzenine dur diyecek, "yeter" diyecek, bir adama sözü de tokmağı da vermek isteyenlere karşı "söz milletin" diyecek herkese kapımız açıktır.
Küçük bir hatırlatma; bu partinin simgesi de imgesi de tavşan değildir. Bizlere bu hareketin ülküleri doğrultusunda simge olmuş canlı, ecdadı seferden sefere taşıyan, Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam’ı Arş’a çıkaran “kırat”tır. Velhasılı kelam Demokrat Parti "tavşan parti" değil, asıl meselelerimizi perdeleyen anayasal kargaşadan, karmaşadan ve sıkışmışlıktan çıkışın partisidir.
Bu duygu ve düşüncelerle, demokrasi için, bu vatan için, şehadete yürüyen tüm kahramanlarımızı, şehit başvekilimiz, şehit bakanlarımız, şehit diplomatlarımız, şehit polisimiz, askerimiz ve korucumuzu rahmetle anıyor, hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum.”

28 Nisan 2016 Perşembe

SİYASET NEDİR (VE NE DEĞİLDİR?) SAYIN ENVER TURGUT VE GERÇEKLER, (Karozan) İsmail KARA

SİYASET NEDİR?
                                                      ---İsmail KARA---
            Dün bir yazı okudum.
 13.ve 14.dönem milletvekili Sayın Enver Turgut yazmış.
            Turgut bu yazısında siyaseti anlatıyor ve özetliyor;
             “Siyaset, kesinlikle bir meslek, meşrep, esnaflık, çıkar veya menfaat sağlama aracı değil, sadece, ülke vatandaşları tarafından; Demokrasinin gereği olarak: “Şerefli-saygın, onurlu-soylu, dürüst ve bilge insanlara verilen, belirli süreli, kamu yararına halkı idare ve idame etme” görevinden ibarettir.
            Turgut’un bu görüşüne saygı duyuyor ve aynen katılıyorum.
            Türkiye’yi idare etmede görev alanların toplaştığı yerin bile büyük bir adı var; TBMM “Türkiye Büyük Millet Meclisi…” 
            O halde, burada yer alanların da gerçekten onurlu, dürüst, saygın ve bilge kişiler olması gerekir.
            Düşünün ve irdeleyin bakalım, 550 milletvekilinin kaçı bu vasıfları taşıyor?
            Bir kere, Devlete memur alırken dahi yüksek tahsil şartı aranıyor ama memurları idare edecek kişilerde (yani milletvekilleri için) böyle bir şart aranmıyor.
            Öte yandan daha önce suç işlemiş ve mahkûm olmuş kişilere de TBMM’ne girme izni veriliyor. İş bununla da kalmıyor, aynı durumdaki kişiler; bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olabiliyor.
            Şimdi soruyorum; “Onurlu, dürüst, saygın, saygın, bilge kişilik” vasıfları nerede?
            Üstelik kişi seçilip de TBMM çatısı altına girmişse; çelikten bir zırhla korunuyor adeta… Buna “Dokunulmazlık”  diyoruz. Milletin aslına dokun ama vekiline dokunma!..
            Keşke iş bununla kalsa, nerede?
            Her türlü imkândan yararlanıyorlar; yüksek maaş, iki yıl sonrasında çok yüksek maaşla emeklilik, en lüks hastanelerde muayene ve tedavi, en ucuz yemek, etrafında pervane gibi dönen ve yüksek maaşla çalışan diğer görevliler, iletişim ve ulaşımdaki olanaklar vb…
            Özetle, yoğurdun kaymağı onlara ait…
            Bazı milletvekilleri de Türkiye’nin yüce menfaatlerini savunmak için değil de, ülke aleyhine faaliyetlerde bulunmak için seçilmişler.
            Bunlara sağlanan menfaatler, düşündükçe canımı acıtıyor.
            TBMM, ne bu gibilerin, ne de geçmişi karanlık kişilerin saklanma yeridir.
            Aksine durumlar, siyaset ve demokrasi çarkındaki olumsuzlukların istenmeyen, beklenmeyen görüntüleridir.
            Ve… bu olumsuzluklar ülkenin selâmeti için yok edilmelidir.  
            İşte, Sayın Enver Turgut’u; Bize (insanlığa ve millete) yol gösteren, ışık tutan ve geleceği aydınlatan özgün makalesinden dolayı kutluyor ve bu alandaki çabalarını azimle sürdürmesini “millete rağmen milletvekilliği” komedisine son verilmesi için, elinden geleni esirgememesini istiyor ve bekliyoruz.